Forum
=> Daha kayıt olmadın mı?Forum - Ey muslumanlar okuyun ve yorumlayın
Burdasın: Forum => İslam ve İnsan Bölümleri => Ey muslumanlar okuyun ve yorumlayın |
|
HaKaN-FaN (şimdiye kadar 354 posta) |
Cennete Giriş Cennetin kapıları açılınca, güzel kokularının meltemi ve akar sularının hoş sesi dalga dalga yayılır. Yüzünü ve bütün bedenini âdeta okşar durur. Cennetin hoş rayihaları, keskin misk kokusu, kırmızı zaferanı, sarı kâfuru ve gri anberi, meyvelerinin nefis kokuları, güzelim ağaçları, okşayıcı meltemleri her tarafta dolup taşar. Bu güzel kokular ve esintiler, koku alma duyunda birbirine karışır, nihâyet beynine ulaşır, hoşluğu kalbini doldurur, oradan da bütün organlarından taşar. Gözünle Cennet köşklerinin güzelliğine, yeşil zümrütten, kırmızı yakuttan, beyaz inciden büyük taşlarla örülmüş binalarına bakarsın. Nuru, parlaklık ve güzelliği her tarafı kaplamıştır. Allah onları berraklık ve parlaklıkta mükemmel yaratmıştır. Bu ve Cenneteki diğer şeylerin nuru birbirine karışmıştır. Oraya girdiğinde, çok büyük nimetlere ereceğini ve Rabbinin cemalini sey*redeceğini bildiğinden, gönlün sevinçle dolarak Allah’ın perdelerine bakarsın. Cennet havalarının ve rüzgarlarının hoş kokusu, manzarasının parlaklığı, meltemlerinin tatlı rayihası ve okşayıcı serinlği bir araya gelmiştir. Bu, yüzüne ilk deyip okşayacak olan güzel esintilerdir. Nurlu Kafile Düşün bir kere! Cennete girmekle mesrursun. Kapısının, senin ve seninle birlikte diğer Allah dostları için açıldığını biliyorsun. Sevincin, baktığında gördüğün gözalıcı güzelliği, ondan yayılıp gönlüne kadar ulaşan hoş kokusu, yüz ve bedenini okşayan nefis havası ve serin melteminden ileri gelmektedir. Düşün bir kere! Allah sana bütün bu şeyleri ihsan etmiş. Bu manzara karşısında sevincinden ölsen bile sana çok görülmez. Nihayet melekler Cennetin kapısını açınca, senin ve seninle beraber diğer Allah dostlarının yüzüne gülümseyerek sizi karşılarlar. Sonra Allah’ın izzetine yemin ederek yaratıldıkları günden beri ancak bu anda ve sizin için güldüklerini söylerler. Sonra size “Selâmün aleyküm!” diye seslenirler. Mükemmel sûretleri ve parlak nurları yanında bir de güzel nağmelerini, hoş sözlerini, tatlı selâmlarını bir tasavvur et! Sonra selâmlarına şu sözleri de eklerler: “Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) Cennetlikleri, her türlü kir, pas, kin ve sinsilik gibi maddî ve manevî pislikten temiz olmak ve dinî ve dünyevî bütün kötülüklerden uzak bulunmakla överler. Sonra Allah adına, O’nun saadet yurdu olan Cennete girmelerine izin verirler. Sonra orada sonsuza dek kalacaklarını bildirerek: “Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) derler. Sen ve seninle birlikte Allah’ın sevgili kulları bunu işitince içeri girmek için kapıya koşarsınız. Kapılar girenlere dar gelir. Tıpkı Utbe bin Gazvan’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’den naklen belirttiği gibi: “Cennetin kapısından sıkışa*rak girmeleri benim için şefaatimden daha önemlidir.” Cennetin kapısı izdihamdan dolayı sıkışır. Kırk senelik yürüyüş genişliğinde olan kapının, Rahman’ın dostlarının kalabalığına dar gelmesini ne sanıyorsun? Yakut ve inciden yapılmış saraylarının güzelliğini görerek koşan bu kalabalık ne değerli bir kalabalıktır! Düşün bir kere! Mahşerin o kalabalığı içerisinde Allah seni affetmiş. Cennetin kapısına doğru koşanlarla birlikte koşuyorsun. Temizlenmiş vücutlarla parlamış ve dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle birlikte seviniyorsun. Vücutlarından güneşin ışınları gibi nurlar saçılmaktadır! Sen Cennetin kapısını geçip toprağına ayak bastığında bakarsın ki, o keskin bir misk ve üzerinde olgun bir zaferan yeşermiştir. Misk, gümüş gibi parlak bir zeminin üzerine serpilmiştir. Etrafında da za*feran bitmiştir. Ölümsüzlük Yurduna İlk Adım İşte bu, azap ve ölümden emin olarak ölümsüzlük toprağına attığın ilk adımdır. Sen misk toprağı ve zaferan bahçesi içerisinde adım adım ilerliyorsun. İki gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve manzarasının göz alıcılığından doğan inci gibi parlak güzelliğine takılıp kalmıştır. Sen işte böyle zaferan bahçelerinde ve misk yığınları içindeki Cennet topraklarında gezerken birden Cennetteki zevcelerin, çocukların, hizmetçi ve uşakların arasında -Ali bin Ebî Talib’ (r.a.)’ın belirttiği gibi- “Falanca geldi!” diye seslenilir. Hepsi de seni karşılamaya gelirler. Tıpkı dünyada kayıp kişisinin geldiği kendisine müjdelenen bir kimsenin sevindiği gibi senin gelişinden dolayı sevinirler. Sen saraylarına bakarken, birden onların tatlı seslerini ve hoş karşılayışlarını duyarsın. Bundan dolayı sevincinden uçar gibi olursun. Onların senin hakkındaki tezahürat seslerini duyduğunda hissettiğin sevinçle kendinden geçerken, uşaklar sana doğru hızla koşarlar. Cennet çocukları yolunda saf bağlarlar. Uşaklar sana doğru gelirlerken, sabır*sızlıktan zevcelerini bir telaştır almıştır. Her birisi senin gelişini görüp, dönerek kendisine haber vermek ve bu sevinçli müjdeyi kendisine ulaş*tırmak için birer hizmetçisini gönderir. Seni karşılamadan önce hizmetçiler seni görürler. Sonra her eşinin hizmetçisi koşarak yanına döner. Senin gelişini kendisine müjdelediğinde her birisi hizmetçisine: “Sen gerçekten onu gördün mü?” diye şiddetli sevincinden inanamayacak. Sonra her birisi başka bir hizmetçi gönderir. Senin geldiğine ilişkin peşpeşe müjdeler kendilerine gelince, sevinçten yerlerinde duramazlar. Eğer Allah çadırlarından dışarı çıkmamayı kendilerine zorunlu kılmasaydı seni kar*şılamak üzere bizzat çıkacaklardı. Nitekim Mevlân şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş huriler vardır” (Rahman Sûresi: 72) Ellerini kapılarının kenarına dayayıp başlarını dışarı çıkarırlar ve çehrenin ne zaman kendilerine görüneceğini, uzun hasretlerinin ve şiddetli özlemlerinin ne zaman dineceğini, gözlerinin nuru, rahatlarını kaynağı, Rablerinin dostu ve Mevlâlarının sevgilisini görecekleri anı dört gözle beklerler. Sen saraylarının parlak güzelliğine bakarak misk tepeleri ve zaferan bahçeleri arasında gezinirken, uşakların olanca nur ve güzellikleriyle seni karşılarlar. Huzuruna gelen ilk uşağını öylesine büyük görürsün ki, Rabbinin meleklerinden biri sanırsın. O sana şöyle der: “Ey Allah’ın dostu! Ben sadece senin bir hizmetçinim. Senin emrine verildim. Benden başka yetmiş bin uşağın daha vardır.” Sonra parlaklık ve nurlarıyla hizmetçiler birbirini takip eder. Her biri seni saygıyla selâmlar. Cennet Saraylarına Varış Sen Cennette iken gönlünün sevincini bir düşün! Uşakların, huzurunda ayakta beklemekte, sana saygı göstermektedirler. Arkasından sedeflerindeki incileri andıran hizmetçilerin seni karşılayıp selâmlıyorlar. Sonra gelip huzurunda divan duruyorlar. Daha sonra uşak ve hizmetçiler kafilesi arasında ihtişamla yürüyorsun. Sana, saraylarına, Mevlân ve Sultan’ının senin için hazırladığı nimetlerin yanına kadar refakat ediyorlar. Sarayının kapısına geldiğinde, perdedarlar kapıyı açıyorlar, perdeleri kaldırıyorlar. Hepsi de sana saygı ve tazim göstererek ayakta bekliyorlar. Saraylarının kapıları açılıp salonlarının parlak güzelliğinden, süslü ağaçlarından, nefis bostanlarından, parlak avlularından, aydınlık odalarından perde kaldırıldığı zaman göreceklerini bir tahayyül et! Sen bütün bunlara bakarken, birden bire hizmetçilerin zevcelerine yüksek sesle müjdeyi iletiyorlar: “Bu falan oğlu falandır. Sarayının kapısından içeri girmiştir!” Onlar senin geliş ve saraya giriş müjdeni duyar duymaz, perdeler arkasındaki karyolalarına serili yataklarından aşağı atlarlar. Çadırlar ve kubbelerinin altında gözlerin onlara bakmaktadır. Seni gör*meye karşı duydukları sevinç ve özlemin kendilerini nasıl da hafifleştirdiğini ve yataklarından inişlerini görmektesin. O nazlı, niyazlı, hüsün ve cemalli güzellerin çalımla ileri doğru atılışlarını bir tasavvur et! Güzel çehreleri ile, hülle ve ziynetleri içerisinde, vücutları nazla beslenip büyütüldüklerini gösterir biçimde her birisinin hızla ileri atıldığını bir düşün! Mükemmel kametiyle divanından kubbesinin salonuna ve çadırının or*tasına inişini bir göz önüne getir! Çadır ve kubbelerinin kapısına ulaşıncaya kadar hızla ilerlerler. Sonra sen gelinceye kadar içinde bekletildikleri çadır ve otağlarının kapısının yanlarına ellerini dayarlar. Böylece ayakta durup baş ve çehrelerini dışarıya uzatırlar. Senin gelişinden dolayı sevinç ve neşeyle dolu bir kalb ve büyük bir merakla sana bakarlar. Ceylan Gözlü Güzeller Gönlünün sevinci ve kalbinin neşesiyle durumunu bir düşün! Gözlerin onlara ilişmiş, güzel yüzlerine ve nazlı gözlerine bakışın takılmış. Onlarla yüz yüze gelince gözlerin şaşar, gönlün sevinçle taşar, gözlerinin gördüğü, gönlünün hissettiği saadet duygusunun doldurduğu kalbinin heyecanından şaşkın ve kendinden geçmiş gibi kalakalırsın. Sen onlara doğru haşmetle yürürken, birden bire otağlarının kapısına kadar gelirsin. Onlar da hızlıca ve telaşla sana doğru gelirler. Aşk ve muhabbet onları hafifleştirmiştir. Vü*cutlarının nazla beslenmesinden ve cisimlerinin ahenk ve mü*kemmelliğinden salınarak yürürler. Sonra onlardan her biri sana şöyle seslenir: “Sevgilim, bize geç gelmene sebep olan nedir?” Sen şöyle cevap verirsin: “Allah şu şu günahımdan dolayı beni o kadar çok bekletti ki, ben size kavuşamayacağımı sandım.” Sündüs ve ipek giysiler içerisinde, sana olan özlem ve sevgilerinden aceleyle yürüdükleri için lüks elbiselerinin eteklerini misk zemini üzerinde sürüyerek etrafa hoş koku yayılmasına ve zaferan otlarının dalgalanmasına sebeb olurlar. Onlardan en önde olanı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in buyurduğu gibi, parmak uçlarını, bilek*lerini ve yüzüklerini sana uzatır. Kâfur ve zaferandan yaratılmış, binlerce sene nazla beslenmiş parmakların güzelliğini bir düşün! Ellerini sana uzattığında nasıl bir nurla parladığını ve nasıl bir ışık saçtığını bir tasavvur et! Parmaklarını parmakların arasına aldığında, nazla ve niyazla beslendiğinden ipek gibi yumuşaklığıyla neredeyse parmakların arasından kayacaktır. Ellerine dokunmaktan aldığın latîf ve hoş duygu gönlüne ulaşır ulaşmaz sevincinden aklın uçar gibi olur. Sonra onun nazlı ve niyazlı bedenine elini uzatıyorsun. O da seni bağrına basıyor. Elini boynuna doluyorsun. Ellerin gerdanlıklarına değiyor. Birbirinizi candan kucaklıyorsunuz. Seni bağrına bastığında, cisminin nazlılık ve nazeninliğinden âdete garkoluyorsun. Onun hüsn-ü cemalinden ve kucaklama lezzetinden duyduğun hazzı bir düşün! Sonra onun güzel ve hoş kokusunu koklarsın. Gönlün ondan başka her şeyden geçer. Öyle ki ona dokunmadan ve hoş kokusunu almadan ötürü ruhuna ulaşan sevince gark olur ve sürurla dolar. Sen bu hâldeyken birden bire diğerleri de yanına üşüşürler, seni kucaklar ve buseler kon*dururlar. Yüzün, onların buseler konduran gonca misali ağızlarıyla dolar. Yüz güzellikleri seni kaplar. Saçlarıyla vücudunu örterler. Hoş kokuları burnunu doldurur. Onlar böyle, seni öpüp koklarlarken ve nazlı beden*leriyle kucaklarlarken bir düşün! Sana olan derin sevgileri ve uzun öz*lemleri nedeniyle sana sarıldıklarında büyük bir mutluluk hissederler. Seni bırakmak istemezler ve senin hoş ve nefis kokunla saadete gark olurlar. Allah’ın Vaadi Haktır Sürur ve saadet gönlünde iyice yer edip, neşenin lezzeti bütün bedenine yayılınca, Allah’ın (dünyada) sana olan vaadini hatırlarsın. Bunun üzerine sana verdiği sözü gerçekleştiren ve vaadini yerine getiren Allah’a yüksek sesle hamd edersin. Sonra, iyi işlerde çaba ve gayretinle onları Allah’dan istediğini hatırlarsın. İşte sen onları öpüp koklarken dünyada işlediğin o salih amellerinin mükâfatıyla yüzyüzesin: “Çalışanlar böylesi bir başarı için çalışsın!” (Saffat Sûresi: 61) Sonra onlar sana, sen de onlara övgüler yağdırırsınız. Sonra hepsi, güzel huylarıyla hayatını şenlendireceklerini yüksek sesle şöyle dile getirirler: “Biz hoşnut olanlarız, hiçbir zaman kızmayız. Biz karar kılmışlarız, hiçbir zaman göçmeyiz. Biz ebedî yaşayanlarız, hiçbir zaman ölmeyiz. Biz nimetler içinde nazla büyüyenleriz, hiçbir zaman sıkıntı çekmeyiz. Müjdeler sana, sen bizimsin, biz de seniniz!” Sonra onlarla birlikte yürümeye devam edersin. Sen huri*lerden, vildan ve hizmetçilerden meydana gelen kafilenin arasında yürür*ken ne güzel bir manzara arzedersin! Nihayet bazı otağlarının yanına varırsın. Yakut ve zümrütle süslenmiş içi boş bir tek inciden meydana gelen bir çadır görürsün. İçine bir göz atarsın. Yataklarını, halılarını, yastıklarını, odalarının güzel yapılmasını görürsün. Binaları, inci ve yakuttan büyük taşlar üzerinde katlar hâlinde örülmüştür. Sonra astarları ipek ve atlastan olan döşekler serili ve bütün yüksekliğiyle tahtını bulursun. Çarşaflarının yüzünden yoğun bir nur yükselmekte, kenarlarındaki ipek ve dibactan yeşil tüylerin güzelliği göz kamaştırmaktadır. Burası özel meclis fasıllarının yapıldığı yerdir. Bunlara baktıkça gözlerin şaşar. Sonra tahtından, zevcelerin için kurulmuş özel mahfili seyredersin. Orada bir zevcen karyolasından yukarıdaki tahtına bakıp durmaktadır. Küçük Birer Cennet: Huriler Kapıların, perdelerin, kubbe ve salonunun güzelliğini bir düşün! Güzel yataklarıyla, tahtlarıyla, sütunlarıyla, yüksekliğiyle, halılarıyla ve kurulu otağlarıyla hepsini bir tasavvur et! Yatağına yaklaştığında, tahtınla birlikte durursun. Zevcen önce oraya çıkar. Sen de peşinden çıkarsın. Oraya çıkınca karşı karşıya oturursunuz. Bu şekildeki manzaranız ne güzeldir! O, yüzünün hüsn-ü cemali ve cisminin nazlılığıyla kıymetli elbiseleri ve ziynetleri içerisinde, kolunda bilezikleri, parmağındaki yüzükleri, ayağındaki halhalları, belindeki kemerleri, inci ve cevherle süslü atkıları, boynundaki gerdanlıkları, bütün bunların üzerinde başındaki inci ve yakutla süslenmiş tacı, tacının altından ve omuzları üzerinden eteklerine ve ayaklarına kadar serpilmiş saçı bulunmaktadır. Sen onun ayna gibi olan boynunda kendi yüzünü, o da senin boynunda kendi yüzünü görebilmektedir. Cennet çocukları çadırının etrafında senin ve zevcenin hizmetini beklemektedirler. Otağının kenarlarından ağaç dalları meyveleriyle sarkmakta, sarayının etrafında ırmaklar muntazam bir biçimde akmakta, o ırmaklardan kollar otağının üzerine uzanarak, şarap, bal, süt ve selsebilini sana sunmaktadır. Senin ve zevcenin güzelliği doruğa ulaşmış bulunmaktadır. Sen de ipek ve sündüsten elbi*seler giymiş, vücudunun her mafsalına altın ve inciden bilezikler takmışsın. İnci ve yakuttan mamül tacın, başının üzerinde durmaktadır. İnciden olan tacın çehreni nur ile parlatmaktadır. Husûsî Cennetin ve bütün sarayların senin vücudunun parlaklığından ve yüzünün nurundan pırıl pırıl aydınlanmaktadır. Cennet Irmakları Sarayların şeffaf olup içeriden dışarıyı gösterdiği için bütün zevcelerini ve hizmetçilerini, saraylarının bütün binalarını görebilmektesin. Ağaçlarının meyveleri üzerine kadar sarkmakta, şarap ve süt ırmakların altından, su ve bal ırmakların ise üzerinden akmaktadır. Sen zevcelerinle birlikte koltuklarında oturmaktasınız. Kapılarının kanatlarını açmış, üzerine ise otağının perdesini çekmişsin. Hizmetçiler ve Cennet çocukları çadırının etrafını sarmışlar. Sen onların Rabbine olan tesbih seslerini işitmektesin. İçinden geçen her şeyden anında haberdar olur ve canının çektiği ve arzu ettiğin her türlü nimet ve ikramı getirip sana sunmaktadırlar. Sen ve zevcen, en mükemmel şartlarda ve eksiksiz nimetler içerisindesiniz. Onun hüsn-ü cemal ve mükemmelliğine baktığında hayret*ten hayrete düşüp gözlerine inanamazsın. Güzelliğinden dolayı kalbin coşar. Sevimliliğinden dolayı gönlün kendisine ısındıkça ısınır. Sen koltuğunun üzerinde otururken, o senin nedimin olup, birlikte Cennet içeceklerinden içersiniz, inciden kadehler ve gümüş gibi beyaz cam sürahilerle birbirinize Cennet şarabı, selsebil ve tesnîm ikram etmektesiniz. Onun elindeki yakut ve inciden kadehi bir göz önüne getir! İnci gibi parlayan güzel dişleriyle gülümseyerek sana kadehi uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz ve gerdanının nuru, Cennetin nuru ve karşıda duran senin yüzünün nuru birbirine karışarak kadehe yansıyor. Parmakları arasındaki kadehte, kadehin parlaklığı, şarabın parlaklığı, yüz ve gerdanının parlaklığı, dişlerinin parlaklığı toplanıyor. Senin gibi Cennette yaratılışı mükemmel ve henüz tüyleri çıkmamış bir delikanlı hâline gelen, parlak yüzlü, bembeyaz cisimli, şık elbiseli; içine yakutun kırmızılığı, incinin beyazlığı karışmış som altından yapılmış sarı ziynetli bir gencin (kendinin) saçlarını ne zannedersin! Zevce olarak sana ihsan edilen o gül yüzlü de ne güzeldir! Çocuk gibi masum, cana yakın, hoş sözlü ve mükemmel yaradılışlıdır. Yüzünün güzelliği ne harikadır! Göğüsleri ne beyaz, bedeni ne zariftir! Nazla beslenip büyütülmesi kendisine mükemmel bir letâfet ve nezâket kazandırmıştır. Ceylan gözleriyle nazlı nazlı sana bakmakta, tatlı ve açık sözleriyle seninle konuşmakta, aşk, sevgi ve coşkuyla seninle oynaş*maktadır. Elinde, sadeliği ve cisminin inceliğiyle şeffaf ve eşsiz yakuttan veya gölgesiz saydam inciden bir kadeh bulunmaktadır. Elinin güzelliği ve yüzüklerinin nuruyla kadehin güzelliğine daha bir güzellik katmıştır. Kendisinin beyazlığı, içeceğin beyazlığı, tutanın elinin beyazlık ve güzelliğiyle kadehin güzelliğini bir tasavvur et! İnci, yakut veya gümüşten olan kadehin onun mükemmel parmakları arasındaki manzarasını bir göz önüne getir. İnci gibi güzel dişleriyle gülerek kadehi sana uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz ve gerdanının nuruyla birlikte kadehe yansıyor. Nur Üstüne Nur Sen karşısında oturuyor ve sen de gülüyorsun. Elindeki kadehin üzerinde, senin nurun, kadehin nuru, içeceğin nuru, onun yüzünün, gerdanının, gülüşünün nuru ve Cennetin nuru bir araya geliyor. Kadehi bütün bu nur ve ışıklarla bir tasuvvur et! Ellerinde pırıl pırıl parlıyor. Ellerindeki bütün yüzük ve bilezikleriyle kadehi sana uzatıyor. O ne tatlı uzatma ve ne göz alıcı el! Sonra o güven, lezzet ve sevinç ülkesinde peş peşe şarap kadehlerini sunuyor. Sen de elinden alıyor, dudaklarının üzerine koyuyor ve yudum yudum içine çekiyorsun. Neşesi ta kalbine kadar sirayet ediyor. Lezzeti organlarına yayılıyor. Ondan daha önce hiç tatmadığın bir haz ve lezzet alıyorsun. Cennet çocukları etrafında hizmet için ayakta durmaktadır. Bu*nu düşün! Elinden kadehi alıp içersin, arkasından ellerinle ona geri verirsin, o da gülerek ve güzel elleriyle senden alır. Bu ne tatlı gülüştür! Böylece kadeh ellerinizde dolaşıp durur. İçeceğin nuru yanaklarına yansır. İkiniz de yüksek sesle Mevlânız ve Efendinize hamd ve tesbih edersiniz. Çocuklar ve hizmetçiler de size cevaben tesbih ve tehlil (lâ ilâhe illallah) seslerini yükseltirler. O saray ve otağlarda, nağmelerle yükselen o ses ne güzeldir! Siz böyle lezzet ve sevinç içerisindeyken, yüz yıllar geçmiş ve siz kalblerinizin nimetlerle meşgul olmasından farkında bile olmamışsınız. Ziyaretçi Melekler Birden grup grup melekler ziyaretine gelirler. Rabbinden kıymetli ve latif hediyeler getirirler. Rabbinin bu elçileri sarayını bekleyen nöbetçiler ve hizmetine amade uşakların yanına vardıklarında onlardan, yanına varmak ve Mevlândan sana getirdiklerini takdim etmek için izin isterler. O zaman nöbetçi ve perdedarların Rabbinin meleklerine şöyle derler: “Allah’ın dostu, eşleriyle birlikte meşgul ve istirahattadır. Biz ona olan saygı ve tazimimizden rahatsız etmek istemiyoruz.” İşte büyük ve yüce olan Rabbin bu gerçeğe şu âyetiyle işaret buyuruyor: “...Cennetlikler, ger*çekten nimetler içerisinde sefa sürerler.” (Yasin: 55) Müfes-sirler bu âyeti işaret ettiğimiz şekilde açıklarlar. Bu ne büyük nimet, ne muazzam saltanat ki, Rabbinin elçileri bile yanına varmak için izin isterler! Cennetinde dostlarının şanını yücelten Rabbin bu saltanata şöyle işaret buyuruyor: “Ne yana bakarsan bak yığınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün” (İnsan: 20) Bu âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Bu saltanat meleklerin kendilerinden izin istemelerine işarettir. Kapıda Allah’ın gönderdiği elçi şöyle seslenir: “Ey Allah’ın dostu, iznin alınmadan yanına girilemez. Ey Allah’ın dostu, sen Allah’ın rızasına ermişsin, saltanat, arzu ve hayallerinin zirvesine ulaşmışsın.” Perdedarlarının, yanına varmaları için senden izin istemeyeceklerini söylediği zaman melekleri ve şu sözlerini bir tahayyül et: “Biz ona Allah tarafından gönderilen elçileriz. Rabbinden birçok hediye ve armağanlarla geldik.” O zaman perdedarların hemen davranırlar ve yanına varmaları için senden izin isterler. Perdedarlarının o andaki durumlarını bir düşün! Kapıyı çalmak üzere ellerini kırmızı altın tahtalar üzerinde inci ile süslenmiş yakuttan halkaya uzatır ve sarayının kapılarını çalarlar. Yakuttan halkalar inci ve zümrütten olan sarayının kapısına değince, duyabildiğin en güzel sesten daha güzel bir ses çıkarırlar. Bu sesi du*yanların kulakları haz, gönülleri neşeyle dolar. Ağaçlar kapının bu sesini duyunca meyveleri birbiri üzerine eğilir. Bundan da hoş ve nefis kokulu bir meltem yayılır. Sen yüzünün cemali ve nurunun parlaklığıyla otağından dışarı çıkarsın. Perdedarlar sana doğru koşarak gelirler. Hürmetlerinden ve nurunun gözlerini kamaştırmasından dolayı gözlerini kaldırıp sana bakamazlar. Şöyle derler: “Ey Allah’ın dostu, Allah’ın sana gönderdiği elçiler kapıda bekliyorlar. Yanlarında Rabbinden getirdikleri kıymetli hediyeler vardır.” Sen onlara şöyle cevap verirsin: “Mevlâ’nın elçilerine izin verin!” Sen izin verir vermez, kapıcılar kendilerine sarayın kapısını açarlar. Sen koltuklarına yaslanıyorsun. Senin oturma salonuna girerler. Cennet çocukları önünde el pençe divan durmuşlardır. Melekler, güzel sûretleriyle ellerindeki hediyeler parıldayıp nurlar saçarak sana doğru gelirler. Değişik kapılardan bulunduğun yere girerler ki, Rabbinin sana ver*diği, “her kapıdan bir selâm” sözü gerçekleşsin. Her kapıdan güzel nağmeleriyle “Esselâmü aleyküm!” diyerek sana selâm verirler. Sonra da şunu eklerler: “Ey Allah’ın dostu! Rabbin sana selâm söylüyor. Sana bu hediye ve armağanları gönderdi.” Beklenmeyen Yeni Mutluluklar Rabbinin sana olan armağan ve lütufları karşısında kalbinin sevincini bir düşün! Melekler yanından ayrılınca, Allah’ın sana bir nimeti olan zevcene bakarsın. Gözlerin şaşakalmış, sevincin kat kat artmıştır. Sen onunla birlikte son derece sevinç ve mutluluk içinde bulunurken, Allah’ın senin için yarattığı bir başka zevcenden en güzel bir nağme ve en tatlı bir ifadeyle şöyle bir çağrı gelir: “Ey Allah’ın dostu, bizim senden nasibimiz yok mudur? Bize de bakma zamanın gelmedi mi?” Kulakların onun güzel sözleriyle dolar dolmaz, güzel nağmesine karşı içinde doğan aşk ve sevgiden dolayı neredeyse kalbin yerinden uçar. Hemen cevap verirsin: “Allah hayrını versin, sen kimsin?” Hemen cevap verir: “Ben Allah’ın kendileri hakkında şöyle buyurduklarındanım: “...Onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilmez.” (Secde Sûresi: 17) Tahtından hızla inip otağının ortasına gelişini bir göz önüne getir! Sonra emrine verilen Cennet çocuklarının ve hizmetçilerinle birlikte yürürsün. Onun da çocukları ve hizmetçileri seni karşılıyorlar ve sana refakat edip inci ve yakuttan bir saraydaki kırmızı yakuttan yapılmış bir otağa seni götürüyorlar. Sen sarayının kapısına yaklaştığında uşak ve hizmetçilerin sana kapıları açıyorlar. Sen mutluluk ve sevinç dolu olarak içeri giriyorsun. Sarayın kapısını, perdelerin güzelliğini, uşak ve hizmetçilerin hüsün ve cemalini bir düşün! Sonra eşinin seni çağırdığı sarayının kapısından içeri giriyorsun. Girer girmez gözlerin yeşil zümrütten olan duvarlarının güzelliğine, bahçelerinin, göz alıcılığına, yapısının çekiciliğine, avlusunun parlaklığına takılır. Zevcenin içinde bulunduğu otağa bakıyorsun. Senin ve eşinin yüzünün nu*rundan zaten nuranî olan otağ daha da aydınlanıp parlar. O seni ipek, at*las ve erguvandan döşekler üzerinden seyreder. Hemen tahtından iner. Sana olan şiddetli özlem onu hafifleştirmiş, aşk onu rahatsız etmiştir. “Merhaba!” diyerek saygı dolu ifadelerle seni karşılar. Sonra seni kucaklamak üzere yaklaşır. -Nitekim Enes bin Malik (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’den, hurilerin Allah’ın dostunu karşılayıp onunla tokalaştığını söylediğini nakletmiştir.- Olanca güzelliği ve eşsiz yüzükleriyle ipek gibi yumuşak ellerinin avucunda bulunuşunu bir tasavvur et! Sen yüzünün güzelliği, cisminin nazlılığından, saç tellerinin parıldamasından duyduğun hayret ve hayranlıkla kendinden geçmiş gibi*sin. Sonra elinden tutarak birlikte senin kurulu tahtına geliyorsunuz. Birlikte tahta çıkıyorsunuz. Üzerinize muhteşem gerdek perdesi geriliyor. Eşini kucaklıyorsun ve bu hâlde üzerinizden uzun zamanlar geçiyor. Sonra hizmetçi Cennet çocukları, sürahi ve kadehlerle huzurunuza gelip el pençe divan durarak, saf hâlinde bekliyorlar. Sonra size sakîlik yaparak içecek ikram ediyorlar. “Katımızda Dahası Vardır!” Siz bu şekilde sevinç ve neşe doluyken, birden başka bir sarayından başka biri seslenir: “Ey Allah’ın dostu! Bizim senden nasibimiz yok mu? Bizi özleyeceğin an gelmedi mi?” Sen hemen sorusuna soruyla karşılık ve*rirsin: “Allah hayrını versin, sen kimsin?” Sana şöyle cevap verir: “Ben aziz ve celil olan Allah’ın kendisi hakkında şöyle buyurduğu kişiyim: “...katımızda dahası da vardır.” (Kaf Sûresi: 35) Bunun üzerine sen onun yanına varırsın. Böylece saraylarındaki, ölmez çocuklar ve itaatkâr hizmetçiler arasındaki eşlerini tek tek ziyaret ederek sonsuz bir nimet ve mükemmel bir sevinçle dolaşıp durursun. Her türlü sıkıntı senden uzaklaştırılmış. Her çeşit eksiklik senden giderilmiş. Her türlü kirden temizlenmişsin. Orada ayrılık nedir bilmezsin. Çünkü Yüce Allah kalbine yönelerek üzüntülere şöyle buyurmuştur: “Buradan yok olun ve sonsuza dek geri dönmeyin!” Sevince emrederek şöyle buyurmuştur: “Burada yerleş, sonsuza dek ayrılıp gitme!” Hastalıklara şöyle buyurur: “Bedeninden uzaklaşın, sonsuza dek de ona gelmeyin!” Sağlığa şöyle buyurur: “Bedenine yerleş, hiçbir zaman uzaklaşma!” Öldürülen Ölüm Senin gözlerin önünde (bir koç şekline getirdiği) ölümü boğazlar. Sen artık ölümden emin kalmışsın ve ondan hiçbir zaman korkmazsın. Sana Rabbinin yakınlığı ve Cenneti ihsan edilmiş. Senden razı olduktan sonra bir daha ebediyen O’nun gazabından korkmazsın. Nimetler içerisinde yü*zersin, nikmet ve azabının geleceğinden korkmazsın. Çünkü sen kesin olarak biliyorsun ki, aziz ve celil olan Allah seni seviyor, senden razıdır ve içinde yüzdüğün nimetlerden memnundur. Allah’ın saadet yurdu ne muazzamdır! Allah‘ın yakınlık ve himayesi ne büyüktür! Arş seni gölgelendirmekte. Melekler, ölümle yok olmayan sonsuz bir hayatta, gidecek diye korkmadığın nimetler içerisinde Rabbinden sana sürekli lütuf ve ihsanlar getirirler. Rabbinin azabından eminsin. Senden razı olduğuna kesin inancın var. Afvının serinliğini tâ kalbinde hissediyor*sun. Tuba Gölgesinde Sohbet Allah’ın diğer bütün dostlarıyla birlikte zamanın musibetlerinden ve çağların nahoş hadiselerinden emin olarak ve Tuba ağacının gölgesinde sohbetler yaparak sonsuza dek orada ikamet edeceğini biliyorsun. Senin de içinde bulunduğun Allah dostları Tuba ağacının gölgesinde sohbet ederken, Allah, meleklerinden birine emrederek, kendilerine verdiği sözü yerine getirmek istediğini, gayet derecede ikram ve büyük bir sevince gark etmeyi arzu ettiğini ilan etmesini söyler. Bunu da onları kendisine yaklaştırmak, “Hoş geldiniz!” dileklerini doğrudan doğruya kendilerine iletmek, mübarek cemalini onlara göstermek, böylece en üstün bir makama çıkmalarını, sevincin doruğuna ulaşmalarını ve saadetin zirvesine erişmelerini sağlamak istediğini ferman eder. Rabbinden Gelen Davet O anda birden bire şöyle ilan eden meleğin sesini işitirsin: “Ey Cennet halkı! Allah’ın size verdiği bir söz var ki, henüz yerine gelmemiştir!” Cennetlikler, kendilerine ihsan edilenleri çok büyük gördüklerini belirterek cevap verirler. Cennete girdirildiklerini, azabından emin kılındıklarını, dolayısıyla mazhar oldukları lütuf ve ihsandan daha ötesi olmadığını söylerler. Sen de onlarla birlikte şöyle dersin: “Yüzümüze rahmetle bakmadı mı? Bizi Cennete koymadı mı? Bizi Cehennemden kurtarmadı mı?” Bunun üzerine melek kendilerine şöyle seslenir: “Allah, sizden Kendisini ziyaret etmenizi istiyor. O’nu ziyaret edin.” Onlar bu vaziyette iken, sevinç ve sürurlarından kalbleri, ruhları ile birlikte bedenlerinden uçacak gibi olurken bir de bakarlar ki, melekler yakuttan yaratılmış, sonra da ruh üfürülmüş, dizginleri altından cins atlarla birlikte kendilerine doğru geli*yorlar. Atların yüzleri parlaklık ve güzellik bakımından kandiller gibidir. Küçük ve büyük pislikten temizdirler. Kanatlıdırlar. Eğerleri Cennetin kırmızı ipekleri ve bembeyaz tiftiğindendir. Sırtında kırmızı ve beyaz olmak üzere iki hat vardır. Biçim olarak da dünyadaki en eşsiz cins atları andırmakla birlikte insanlar onlar gibi güzelini görmemişlerdir. Uçan Atlar Hareket etmeye başlarken olanca kırmızılığı, parlaklığı ve parıldayan nuruyla Cennetin yakutundan yaratılan o cins atları ve ne kadar güzel olduklarını bir düşün! O atları, Cennet altınından yaratılan dizginlerini ve onları getiren meleklerin yüz güzelliğini bir göz önüne getir. Melekler diz*ginlerinden tutmuş, senin de içinde bulunduğun Allah dostlarına doğru geli*yorlar. Onlar koşarken son derece güzel yürüyüşlü ve rahvandırlar. Çünkü cins atlar olup, insanların eğitmesine ihtiyaç kalmadan yaratılıştan eğitilmiş olarak var edilmişlerdir. Son derece uysal olup hiç sıkıntı vermeden istenildiği yöne sevkedilebilirler. Meleklerin bu atlarla birlikte Cennetliklere doğru gelişini bir düşün! Nihayet yanlarına geldiklerinde o atları çöktürürler. O atların duruş ve oturuşlarının güzelliğini bir göz önüne getir. O anda, onlardan birine binip Rabbini ziyaret edenler arasına katılacağını biliyorsun. Melekler o atları çöktürüp, atlar salih insanların istirahat yeri olan Tuba ağacı altında, zaferan bahçeleri içerisindeki misk tepecikleri üzerine ıhınca, melekler Allah’ın dostlarına dönerek o tatlı nağmeleriyle şöyle derler: “Ey Rahman’ın dostları! Rabbiniz olan Allah size selâm söylüyor ve ziyaretine gitmenizi istiyor. Dolayısıyla O’nu ziyaret ediniz ki, O size baksın, siz de O’na bakasınız. O sizinle, siz de onunla konuşasınız. O size cevap versin, siz de O’na cevap veresiniz. Size olan fazl ve rahmetini artırsın. Hiç şüphesiz O, geniş bir rahmet ve büyük bir lütuf sahibidir.” Senin de aralarında bulunduğun diğer Allah dostları bu sözleri duyunca, Rablerine olan sevgi ve özlemlerinden dolayı hemen koşarak atlarına binerler. Rablerine yakın olmak ve hakikî sevgililerini görmek için yüzlerinin güzelliği, nuru ve parlaklığıyla nasıl da hızla atılacaklarını bir düşün! Sen de onların arasındasın! Sağ ayaklarını yakut, zümrüt ve inciden yapılı özengilerine attıkları anı bir tasavvur et! Ayaklarının güzellik ve yumuşaklığını bir göz önüne getir! O ayaklar güzellik bakımından dünyadaki yapı ve özelliklerinden tamamen farklı bir biçimde yeniden yaratılmışlardır. Allah o ayakları Cennetinde her türlü afetten muhafaza etmiş ve yaratılışlarını boyalı yapmıştır. Sonsuza dek misk tepecikleri ve zaferan bahçeleri arasında dolaşırlar. Allah dostlarının yakut ve inciden özengilere uzattıkları o ayakların saçtığı nurun güzelliğini bir düşün! En güzel Cennet atlarının en güzel özengilerindeki o ayakların parlaklığını bir göz önüne getir. Hiçbir zorluk ve meşakkatle karşılaşmadan ikinci ayaklarını da özengiye atarak, halis ipek ve erguvanla kaplı inci ve yakuttan binekleri üzerinde doğrulurlar. Erguvanın kırmızılığı arasında incinin beyazlığı ne büyük bir güzellik arzeder! Sen ve onlar cins atlarınızın üzerine kurulunca, atlarını şahlandırırlar. Atların şahlanmasıyla ayakları altından savrulan misk tozları onların elbiseleri ve üzerlerine serpilir. Sonra bütün atlar düzgün bir tek saf halinde dizilirler. Hiçbir eğriliği bu*lunmayan dümdüz bir kafile oluşur. Biri diğerinin önüne geçmez. Bu ne muazzam kafile ve ne muhteşem süvari topluluğu! Dümdüz bir saf hâlinde uzanan atlarının ve yüzlerinin sergileyeceği manzarayı bir göz önüne getir. Yüzlerini bir nur halesi kuşatmış, başları üzerinde inci ve yakuttan taçlar bulunmaktadır. Milyarlarca Nuranî Sima Bütün Cennetliklerin yüzlerinin bir araya gelişini ne zannedersin?! Milyarlarca nuranî simanın bir anda sergilediği manzarayı ne sanırsın! Başlarındaki inci ve yakuttan taçları sayıp bitirmek mümkün değil. Yüzlerinde parlak tebessümler ve çehrelerinde sevinçli gülücükler parıl*damaktadır. Cins atlarıyla, kafilesinin intizamlı yol alışıyla, Allah dostlarının başlarındaki parlak taçlarının tek çizgi hâlinde dizilişiyle, bu taçları giyenlerin parlaklığıyla bu süvari kafilesini bir düşünsen, sonra da onlar gibi olma özleminden canını versen sana çok görülmez. Eğer düşünürsen, sana onlara özenmek yakıştığını anlarsın. Çünkü Rabbinin o dostlarına dünyada verdiği sözü mutlaka yerine getireceğini kesin olarak biliyorsun. Saf iyice düzene girip, başlar üzerindeki taçlar tek çizgi hâlinde dizilince: “Rabbimize gidelim!” diyerek hızla koşmaya baş*larlar. Yakuttan tırnaklarıyla tek çizgi hâlinde ve aynı tempoda biri diğerinin önüne geçmeksizin yol alırken o cins atları bir düşün! Sırtlarındaki Allah dostlarının vücutları nazla titreşiyor. Yürürken omuzları hep aynı hizada, koşarken atlarının ayakları ve özengileri de düz bir çizgi hâlinde uzanıp gidiyor. Ayaklarıyla zaferan otları dalgalanıyor. Cennet ağaçlarına yaklaştıklarında, ağaçlar kendilerine meyvelerinden atar. Onlar seyir hâlindeyken atılan meyveler gelip ellerine düşer. Ellerinde o meyveler ne güzel! Ağaçlar yana kayar ve yollarından çekilirler. Çünkü Mevlâları, o ağaçlara saflarını bölmemelerini, düzgünlüklerini bozmamalarını ve Allah dostuyla arkadaşının arasına gir-memelerini ilham etmiştir. Zira Cennetlikler, dünyada Allah için birbirini sevdiklerinden Cennette de arkadaştırlar. Bu dostların kılık kıyafetlerini, elbiselerini, renklerini ve bi*neklerinin rengini de bir yapar. Yol Veren Cennet Ağaçları Düşün bir kere! Rabbinin lütfuyla arkadaşınla yanyana bulunuyorsun. Cennetin ağaçlarına yaklaşıyorsunuz. Ağaçlar meyvelerini silkiyorlar, kopan meyveler sizin ve diğer Allah dostlarının ellerine düşüyor. Sonra kökleriyle birlikte yollarından çekiliyor ve rahatça yollarına devam ediyorlar. Gönülleri hep gerçek sevgililerinin cemalini seyretmeye takılıdır. Sevinçle yürüyorlar. Birbirlerine dönüp bakıyorlar, konuşuyorlar, gülüşüyorlar, şakalaşıyorlar, Cennete koyması konusunda verdiği sözünü yerine getirdiği için Rablerine hamdediyorlar. Böylece yürümelerine devam ederken, bir de bakarlar ki Rablerinin Arşına yaklaşmışlardır. En güzel nur ve perdelerini görüyorlar. Bundan dolayı daha bir şevk, sevgi ve coşkuyla atlarını koşturuyorlar. Düşün bir kere! Cins atları, düzenlerini bozmadan, pırıl pırıl parlayan yüzlerle uçuyorlar. Melekler onları çepe çevre sarmış, kendilerini Rablerinin huzuruna doğru sürdükçe sürüyor. Nihayet Mevlâlarının Arşının dibine kadar geliyorlar. O mekânın genişliğini, nurunun güzelliğini, parlak*lık ve çekiciliğini bir düşün! Misk tepeleri üzerinde sıra sıra yastıklar dizilmiş ve halılar serilmiştir. Onlardan her biri kendisine hazırlanan yeri tanır. Tahtlar, Allah’ın seçkin ve sevgili kulları içindir. Kendileri için hazırlanmış minberlere, koltuklara, minderlere ve halılara yaklaşıp, minber, koltuk veya mindere doğru o güzel ayağını özengiden indirince, hâllerini bir düşün! Nihayet yerlerine kurulurlar. İnci ve yakutla yükseltil*miş koltuklara oturan o diz ve bedenlerin içinde bulunduğu nimet ve konforu bir düşün! O ne muazzam makam ve Allah dostlarının o makamlara kuruluşu ne muhteşem kuruluştur! Herkes yerlerini alıp, makamlarına rahatça oturarak perdeler de nur ile parlayınca gözlerinin aldığı lezzeti varın siz kıyas edin! Hepsi dikkat kesilip can kulağıyla gerçek sevgililerinin söze başlamasını bekliyorlar. Mevlâları ve Sultanlarının, manevi derecelerine göre kendi yakınında onlara lütfedeceğine söz verdiği gerçek makamlarındaki oturuşlarını bir tasavvur et! Allah’a En Yakın Olanlar Evet, onların orada Allah’a olan yakınlıkları, manevî mertebelerine göredir. Allah’ı en çok sevenler, O’na en yakın oturanlardır. Çünkü, onlar dünyada en çok Allah’a sevgi ve muhabbet beslemişlerdir. Allah’ın Arşına en yakın oturanlar, insanlara karşı O’nun hükümlerini uygulayanlar ve hüccetler ve delillerle dinini savunanlardır. Peygamberler ve Sıddîkler de makamlarına göre Aziz ve Rahim olan Allah’a yakın bulunurlar. Ziyaretine gidilen Zat ne büyük, ne yüce ve ne uludur! Güzel izzet ve ikramları, yüzlerinin hüsn-ü cemali ve parlaklığı ve arşın saldığı nur ve perdelerinin parlaklığıyla onların o meclislerini bir düşün! Sağlam bir akılla, o meclislerini, koltuk ve minberlerinin parlaklığını ve müşahede ettikleri Rablerinin cemalini bir düşün! Senin buna duyacağın özlem ve arzudan ruhun uçsa, çok görülmez. Bu Allah’ı tanıyan, Rabbine ve O’nun cemalini görmeye müştak olan her aklı başındaki insanın en büyük arzusu olduğuna göre bütün bunları sakin kafayla şöyle bir düşün! Belki bu vesileyle nefsin, seni bundan mahrum bırakan her şeyden ve seni Rabbine manen yaklaşmaktan alıkoyan her kötülükten elini çeker. Meclis Tamam Olunca Meclisleri tamam olup, herkes rahatça yerlerini alınca kendileri için sofralar serilir. Aziz ve Celil olan Allah ziyaretçilerine yemek ve meyvelerle ikramda bulunur. Allah’ın ziyaretçileri ve sevgili kulları için sofralar kurulur. Rahman’ın ziyaretçilerini ağırlamak için bizzat melekler seferber olurlar. İçinde temenni bile edemedikleri türlü türlü yemekler ve çeşit çeşit meyvelerle dolu altın tepsileri önlerine koyarlar. Rablerinin kendilerine olan ikramından dolayı büyük bir memnuniyet ve sevinçle elle*rini uzatırlar. Hiç şüphesiz her ziyaret edilen kişinin, ziyaretçisine izzet ve ikram etmesi hakkıdır. Artık, O Kerîrn, Vahid, Cevad, Macid ve Azîm olan Allah’ın ikramı nasıl olur? Düşün bir kere! Mevlâlarının kendilerine olan ikramıyla mesrur olarak ve büyük bir sevinç içerisinde yemeklerini yiyorlar. Nihayet yemeklerini yiyince Yüce Allah meleklere: “Onlara içecek ikram edin!” diye emreder. Artık hizmetçiler ve Cennet çocukları değil de bizzat melek*ler içi şarap, bal, su ve süt dolu inciden sürahi ve kadehlerle yanlarına gelirler. Rahman’ın meleklerinin elindeki o sürahi ve kadehleri bir düşün! Allah’ın dostları onlardan alıp içiyorlar. İçeceğin güzelliği ziyaretçilerin yüz*lerine yansır. “Dostlarımı Giydirin!” Melekler, Allah’ın emrettiği içecekleri kendilerine ikram edince bu defa da Yüce Mevlâ şöyle buyurur: “Dostlarımı giydirin!” O anda melekleri bir göz önüne getir! Cennette benzerleri hiç giyilmemiş çok kıymetli elbiseler getirirler. Huzurlarında dururak o elbiseleri Allah’ın rıza ve ikramına layık bu bahtiyarlara giydirirler. Onları bir düşün! Elbiseleri başlarına koyduklarında ayaklarına varıncaya kadar üzerlerine oturur. Güzelliğiyle yüzleri parlar. Sonra O Yüce ve Ulu Allah: “Onlara güzel koku ikram edin!” diye emreder. Bunun üzerine ken*dilerine türlü türlü misk ve daha önce hiç duymadıkları diğer Cennet kokularını getirip serpmek üzere bütün güzelliği, şiddetli parlaklığı ve göz alıcı nuruyla bir bulut kalkar. Serpilen Hoş Kokular Düşün bir kere! Emre muhatap olan bulut, üzerlerine hoş kokular yağdırıyor. Güzel rayihalar yağmur gibi üzerlerine yağıp yüz ve elbiseleri nefis kokular içerisinde kalıyor. Onlar yiyip içtikten, melekler kıymetli elbiseler giydirdikten ve bulut, üzerlerine güzel kokular serptikten sonra gözleri hayret ve sevinçten bakakalır, gönülleri Allah’ın rahmet ve keremine takılır durur. Allah’ın Cemalini Seyretmek Onlar bu durumda iken birden perdeler kaldırılır ve Rableri kendilerine cemaliyle görünur. Bir ona, bir de güzelce hayal bile edemediklerine -ki bunu güzelce hayal edebilmeleri asla mümkün değildir. Çünkü O öyle bir Kadim’dir ki yaratıklarından hiçbiri Kendisine benzemez- bakınca, evet O’na bakınca sevgililileri olan Allah, kendilerine merhabalarla şöyle seslenir: “Merhaba kullarım! Hoş geldiniz!” Azamet ve güzelliğiyle Allah’ın kelâmını duyunca ne dünyada ne de Cennette bulamadıkları bir saadet ve sürur kalblerini kaplar. Çünkü, hiçbir şeyin Kendisine benzemediği Zatın kelâmını duyuyorlar. Onları bir düşün! Hepsi başlarını eğmiş, O’nun sözlerini duymak için can kulağıyla dinlemektedir. Biricik sevgilileri ve göz aydınlıkları olan Zat’ın sözlerini dinlemenin verdiği sevincin nuru yüzlerini kaplamıştır. Allah’ın, bizzat sana hitaben söylediği sözlerini işitme sevincin şöyle dursun, dostlarına “Merhaba!” dediği anı tasavvur ettiğinde duyduğun sevinç ve O’na beslediğin muhabbetten ruhun uçsa çok görülmez. Allah onları “Selâm!” sözü ile selâmlar. Onlar da selâmını: “Selâm Sensin. Selâmet de Sendendir. Celâl ve ikram da sadece Sana mahsustur!” diyerek alırlar. “Merhaba Ey Dostlarım!” Yüce Allah sözlerine şöyle devam eder: “Merhaba ey kullarım, ziyaretçilerim, yaratıklarımın en hayırlıları, bana verdikleri sözü yerine getirenler, öğütlerimi tutanlar, Beni görmedikleri hâlde hakkımı gözetenler ve her hâl ve durumda Bana karşı ürperti içinde bulunanlar! Vücutlarınızda sizlerden razı oluşumun alameti olarak zahmet ve meşak*kati gördüm. Zamanınızda hükmedenlerin size yaptıklarını müşahede ettim. İnsanların eza ve cefası, Benim hakkımı yerine getirmekten sizi alı*koymadı. Dileyin benden ne dilerseniz!” O anda onları bir görebilsen! Bunları bizzat biricik sevgililerinden duyuyorlar. Onlara, dünyada, verdikleri ahdi yerine getirdiklerini, hakkını gözettiklerini ve sürekli olarak Kendisinden korktuklarını hatırlatır. Onlar da, O’nun haklarını gözetmeleri konusundaki iyiliklerinin boşa gitmediğini ve takdir edildiğini, korkularının mükâfatlandırıldığını ve merhabalarla karşılandıklarını duyunca sevinçten uçar gibi olurlar. Nitekim dünyada da bu arzu ve ümitle O’na kulluk et*mişlerdi. O’na itaatte kusur etmedikleri ve O’ndan korkmada ihmal gös*termedikleri zaman neşe ve sevinçten kalbleri âdeta uçuyordu. Şiddetli korkularından ve Allah’ın hakkını gözetip onu koruma endişesinden dolayı, dünyada itaatle boyun eğerek, içinde bulundukları hâlden memnun oluyorlardı. Gönüllerini dolduran bir sevinçle, azamet ve celâline yemin ederek, O’nun kendi üzerlerindeki hakkını tam olarak yerine getiremediklerini belirterek cevap verirler. Bununla Allah’ı ta’zim ve nimetlerinin çokluğunu ifade etmek isterler. Çünkü Allah, onları Cennetiyle mükâfatlandırmış, ziyareti ve yakınlığı ve sözlerini dinletmekle şereflendirmiştir. Sonsuz Minnettarlık Onlar şöyle derler: “İzzet ve celâline, azamet ve yüce makamına yemin ederiz ki, Senin yüceliğini hakkıyla takdir edemedik. Hakkını tam olarak yerine getiremedik. Sana secde etmemize izin ver.” Bunun üzerine Rableri onlara buyurur ki: “Ben sizden ibadet zahmetini kaldırdım. Vücut*larınızı rahata kavuşturdum. Zaten siz dünyada uzun uzun ibadetle onu ol*dukça yormuştunuz. Alınlarınızı benim için secdeye koymuştunuz. Şu anda ise siz benim kerem ve rahmetime koşup gelmiş bulunuyorsunuz. Öyleyse dileyin benden dileyeceğinizi!’ Bir başka hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: “Rablerine bakınca, onun için hemen secdeye kapanırlar. Bunun üzerine Allah Kendi yüce kelâmıyla şöyle seslenir: ‘Kaldırın başlarınızı! Şimdi amel zamanı değildir. Şimdi sevinç ve cemalimi seyretme zamanıdır.” Öyleyse aklınla, onların Sultanlarını gördükleri ve gerçek sevgilileri, gönüllerinin sırdaşı, gözlerinin sevinci, kalblerinin hoşnutluğu ve ruhlarının huzuru olan Allah’ın kelâmını işittikleri zaman yüzlerinin nurunu ve onlara gelen sevinç ve coşkuyu bir göz önüne getir! Başlarını secdeden kaldırır ve hiçbir şey Kendisine benzemeyen Zat’ı gözleriyle seyrederler. Bu sayede şeref, ikram ve değerin doruğuna, memnuniyet ve yüksekliğin nihayetine ererler. Hayallerin bile konamadığı, zihinlerin kuşatamadığı, düşüncenin yetişemediği ve anlayışların ihata edemediği aziz ve celil olan Allah’ın cemalini seyretmeyi sen ne sanıyorsun?! O, akılların idrakinden şaşırıp hayretlere düştüğü Kadîm olan Ezelîdir. Hiçbir anne rahmi ona mekan olmamış, hiçbir babanın sulbünden gelmemiş, hiçbir cisim sûretinde görünüp de şekil değiştirmemiştir. O bütün bunlardan münezzehtir. Diller O’nun sıfatlarına misaller getirmekten aciz kalır. O zatiyle tek olup başka varlıklara benzemekten münezzehtir. Yaratıklara eş olmaktan celâliyle yücedir. O öyle bir yücedir ki, O’na denk olacak hiçbir şey yoktur. O’na ortak olacak hiçbir şeriki bu*lunmaz. Yaratmasını irade edip de kendisine zor gelecek veya yaratmasından aciz kalacak hiçbir şey yoktur. Zorba zalimler O’nun aza*metine teslim olup boyun eğmişlerdir. Evvelkiler ve sonrakiler O’nun hükmüne musahhar olmuşlardır. Olmuşuyla, olacağıyla ve olacaksa nasıl olacağıyla her şeye ilmi nüfuz etmiştir, ilmiyle bütün varlıkları kuşatmıştır. Hepsinin seslerini çok iyi duyar. Zatlarını ihata eder, iradesi hepsine geçer. Meşieti hepsine boyun eğdirir. Her şey O’nun tarafından çekip çevrilmektedir. Bütün mevcudatı yoktan icad eder. Hiçbir şey, O’nun istediği vakitten önce var olamaz. Hiçbir şey O’nun iradesine karşı gelemez. Öyleyse daha önce adı bile anılacak bir nesne değilken, Vahid ve Kahhar olan Allah tarafından var edilen şeyler nasıl O’nun emri karşısında diretebilir? Saraylara Dönüş Allah, sevgili kullarını Kendisini görmekle sevindirip, onlara yakınlığıyla ikram edip şereflendirerek, doğrudan doğruya Kendisiyle konuşmak ve yüce sözlerini dinlemekle nimetlendirince, hazırladığı ikram, nimet ve lezzetlerine dönüp gitmeleri için onlara izin verir. Onlar da dönüp inci ve yakuttan birtakım atların yanına gelirler ki eyerlerinin üzerinde Cennetlerin bahçelerinde kanat çırpıp uçan ve özel hazırlanmış tahtları vardır. İzzet ve celâl sahibi Allah’ı gören ve O’nun mübarek kelâmını işiten yüzleri ne zannedersin? Onların güzellikleri ve cemali nasıl da kat kat artar ve bu bakış onların parlaklık ve nurunu nasıl da artırır?! Yürümeye devam ederler. Nihayet saraylarını görürler. Hizmetçileri, uşakları ve çocuk hizmetkârları onları fark edince, herbiri sarayının kapısında onu karşılamak için koşar. Sarayının kapısına geldiğinde, hepsi onun etrafını sararlar ve ona saray ve otağına kadar refakat ederler. Sa*ray ve otağının kapısına yaklaştığında perdedar büyük bir tazim ve saygıyla kalkıp sarayının kapısını açar. Zevceleri onu karşılamak üzere koşuşurlar. Zevcesi, yüzünün hüsn-ü cemaline bakıp da, güzellik, parlaklık ve nurunun kat kat arttığını görünce, ona olan aşk ve muhabbeti daha da artar. Sarayları, otağları, kubbeleri ve zevceleri, yüzünün nur ve cemaliyle parlar. Zevcelerinin hüsün, cemal, nezaket ve haşmetleri ziyadeleşir. Sonra atlarından inerler ve saraylarının salonlarına doğru ilerlerler. Yataklarına kurulup konforlarına geri dönerler. Derken dostlarının hoş ve tatlı meclislerini özlerler. Hemen, cins at ve kısraklarına binip birbirlerini ziyarete giderler. Cennet nehirlerinin kıyısında buluşurlar. Orada misk ve kâfur tepeleri üzerinde kendileri için Cennet minderleri ve halıları döşenmiştir. Dostlar sevinçle karşı karşıya oturur, Cennet içeceklerinden içerler. Cennet çocukları Cennetin şarap, tatlı içimli meşrubat ve selsebil nehirlerinden sürahi, bardak ve kadehlerle alarak kendilerine servis yaparlar. Cennet çocukları Allah dostlarına ikram etmek için kadehleri alıp nehirlere daldırınca, onlar ancak Allah’ın şu seslenişini duyarlar: “Ey dostlarım! Dünyada çok kez sizi susuzluktan dudakları çatlamış ve boğazları kurumuş olarak gördüm. Şimdi karşılıklı olarak isteğiniz kadar için ve nimetlerinizin arasına dönün. “Geçmiş günlerde işlediklerinize kar*şılık afiyetle yiyin, için!” (Hakka Sûresi: 24) İnsanlar, yaptıkları iyi işleri takdir ederek anlatan Mevlâlarının sözünü işittikleri anda ve ehl-i dünyanın içki meclislerine karşılık, onların da kendi aralarında Cennette bu tür meclisler düzenleyip karşılıklı Cennet içeceklerinden içmeye çağrıldıklarında gönüllerinin sevincini mümkün değil anlatamazlar. Mevlâlarının sözlerini işitmenin süruruyla parlamış iken onların yüzünü bir görsen! Gerçekten o ne büyük meclistir! O ne muazzam topluluktur! Öyleyse Rabbine müştak olmaya, O’nun tarafından sevilmeye bak! Muvaffakiyet ise Allah’ın sayesindedir ve dönüş ancak O’nadır. Cennet ise mü’minlerin girip karar kılacağı yerdir. Cennet, müttakilerin mükâfatı ve gönlü kırıkların sevincidir. Kuvvet ve kudret ancak Yüce ve Ulu olan Allah’ın yardımı iledir |
Bütün konular: 938
Bütün postalar: 1511
Bütün kullanıcılar: 210
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse